Bugun...

'Müzik Notası'na Bile Razıyız Be 'Reis'

 Tarih: 11-10-2023 09:40:00
Erdal Şimşek

ABD’nin Suriye’de emir komuta zinciri içerisinde çok bilinçli ve kararlı bir şekilde Türkiye Cumhuriyeti Silahlı Kuvvetleri’ne ait düşürdüğü SİHA ile ilgili bilgilendirme ilk önce ABD’den geldi. ABD’liler, “bir Türk SİHA’sını düşürdük” dedi.

Türkiye’de hükûmet bu konuda kelimenin tam anlamı ile ‘gık’ını çıkarmadı. Yani Amerikalılar, ‘Suriye’de bir Türk SİHA’sını indirdik demese bizim haberimiz olmayacak.

Tıpkı 4 Temmuz 2003 günü Süleymaniye’de Talabani’ye bağlı silahlı çeteler eşliğinde Özel Kuvvetler’e mensup on bir askerî personelimizin kafasına geçirilen çuval hadisesi gibi…

O olayı da Amerikalılardan duydu Türk kamuoyu.

Bundan tam 31 yıl 9 gün önce yaşadığımız Muavenet olayı gibi.

O gün de yaşanan bu faciayı yine Amerikalılardan öğrenmiştik.

2 Ekim 1992’de Display Determination-92/Kararlılık Gösterisi-92 adlı NATO tatbikatı sırasında Ege’de ABD uçak gemisi Saratoga’nın ateşlediği 2 adet Sea Sparrow (Deniz serçesi) hava savunma füzesiyle Muavenet zırhlısını vurdu.

 

Füzeler Muavenet’in kalbi sayılabilecek köprü üstü ve Savaş Harekât Merkezini vurdu… Geminin komutanı Deniz Kurmay Yarbay Kudret Güngör dahil 5 şehit ve 22 yaralı verdik. ABD Dışişleri Bakanı Lawrence Eagleburger haberi Washington Büyükelçimiz Nüzhet Kandemir’e “geminizi batırdık özür dileriz” diye iletti.

Şimdi de SİHA’mızı indirdiler ve pardon dediler.

1992’de “Morison Süleyman” lakaplı Süleyman Demirel Başbakandı. Cumhurbaşkanlığı koltuğunda da 20. Yüzyılın en büyük katili ve insanlığın yüz karası dönemin ABD Başkanı George Bush’un yakın arkadaşı Turgut Özal oturuyordu.

Dönemin Türk hükûmetinin ortağı da “aslan sosyal demokrat”ımız CHP idi.

Türkiye, savunma sanayiinde Batı’ya tam bağımlıydı, I. Körfez Savaşı Türk ekonomisine büyük bir darbe vurmuştu… gibi nedenleri kabul ederek Türkiye’nin o günkü suskunluğunu sineye çekelim.

Ama bugün ekranlarda, mikrofonlarda Cumhurbaşkanlığı Hükûmet sisteminin başından ilgili genel müdüre kadar hançerelerini yırtarak savunma sanayiinde millileşme oranımız yüzde 80 oldu diye pek bir övünürüz. Bununla da yetinmeyip, bir bardak çayın 25 lira olduğu günümüz Türkiye’sinde 7500 lira aylıkla krallar gibi geçinen milyonları da coşturup “cuş u huruş”a getiriyor yüce devlet yetkililerimiz.

Böylesine müsellah ve mücehhez olduğumuz bir dönemde ABD’nin SİHA’mızı imha etmesine neden sesimizi çıkarmadık? Hatta ört bas edilmesini istercesine neden konuyu kamuoyunun bilgisine sunmadık hükûmet olarak?

Günlük yazmaya başlamadan önce bu konuda sosyal medya hesabımda bu konunun üstüne gitmiştim epeyce. Ama duyan olmadı.

 

O gün ısrarla vurguladığım şeyi bugün de bir kez daha yeniliyorum:

“Bir ülkenin silahlı kuvvetlerine ait bir savaş aracının emir komuta zinciri çerçevesinde ve bilinçli olarak hedef alınması bir savaş nedenidir. Bu öyle kolay kolay geçiştirilecek bir olay değil. Siz bir Amerikan askeri aracına o şekilde yaklaşın bakın neler oluyor?”

Amerikan Merkez Komutanlığı (CENTCOM) hem bu savaş aracını emir komuta zinciri içinde düşürdü hem de sonradan sildiği Twitter mesajında Türkiye’ye resmen meydan okudu.

Muhalifi yandaşı tamamı el birliği ile bu konunun üstüne gitmediği gibi adeta örtbas etme suskunluğuna büründü.

Ama mesleğin namusu ve gazeteciliğin ana kuralı olan “fikri takip” kuralı, bu olayı unutmama veya üzerinde durmamı zorunlu kılıyor.

 

CENCOM’un Hava Harekâtı Daire Başkanı General Alexus Grynkewich üç gün önce bir grup gazeteci ile bir kahvaltıda buluştu ve bu Türk SİHA’sına saldırı emrini verdiğini söyledi.

Ve devam etti:

“Suriye’de görevli Rusya Federasyonu Hava Kuvvetleri’nin özellikle son bir ayda sergiledikleri tutumlarından memnunuz. Ancak geçmişte çok endişeli bir dönem yaşadığımızı söylemeliyim. Mühimmat taşıyan Rus savaş uçakları, Suriye’de bulunan askerlerimizin üzerinden ısrarla geçiyordu sürekli. Bu çerçevede özellikle bölgedeki İHA’larımıza müdahale ettiklerini gördü. Son olarak geçtiğimiz Temmuz ayında MQ 9 SİHA’mıza ateş topu atarak düşürmeye çalıştılar. Bugün de El Tanf üssümüz başta olmak üzere hassas noktalarımızın üzerinde uçuş gerçekleştiriyorlar.”

El Tanf, Suriye’deki Amerikan üslerinin ana karargâhı…

Şimdi iki resmi önümüze koyalım.

Türkiye, bir NATO üyesi. Yani ABD ile müttefik. Ve Türk SİHA’sı Amerikan askerlerinin bulunduğu bir noktaya bir kilometre civarında yaklaşıyor. Ve bu SİHA’nın Türklere ait olduğu teyit ediliyor iki taraftan da. Ancak ABD, müttefiki olan Türkiye’nin SİHA’sını emir komuta zinciri içerisinde düşürüyor.

İkinci resimde ise ABD’nin şu anda birçok cephede açık açık savaştığı ve düşman kategorisinde gördüğü Rusya’nın savaş uçakları mühimmat dolu olduğu halde onlarca belki de yüzlerce kez Amerikan askerlerinin Suriye’deki üslerinin üzerinden mütemadiyen uçuyor ve Amerika ordusu bunlara dokunmuyor.

Bu ne demek biliyor musunuz?

ABD, Suriye’de Türk SİHA’sını vurmakla Türkiye’ye açık açık meydan okumuş ve tehdit etmiştir.

Hâlbuki Türk SİHA’sı Amerikan askeri noktası için bir tehlike oluşturmuyor. Çünkü aylar önce birçok subayının yanında olduğu Mazlum Abdi kod Şahin Cilo isimli katil teröristinin konvoyunun yakınlarına ateş açarak sizi uyardı. Türkiye, Amerikan askerini öldürmek isteseydi aylar önce Süleymaniye’de uyarı ateşi açmaz, bombaları direk konvoyun tepesine bırakırdı.

ABD, Türkiye’nin bu savaş aracını düşürmekle açık açık ülkemizi tehdit etmiştir. Ve askeri savaş aracımızı imha etmiştir.

 

Bu vahim durum karşısında Erdoğan ve kabinesi ne yapmıştır?

Kelimenin tam anlamı suskunluğa bürünmüştür. Ve sayın Erdoğan bugün Avusturya Başbakanı ile yaptığı basın toplantısında bu olayı ve ABD’nin bölgedeki varlığını sorgulayan ifadeler sarf etti. Hâlbuki böylesine umuma açık yapılan açıklamaların diplomatik hiçbir değeri ve hükmü yoktur. Türkiye’nin yapması gereken en hafifinden, ABD’nin Ankara elçisini çağırır ve ilgili daire başkanının karşısına oturtur, diplomatik zılgıtı çekerek eline notayı tutuşturması gerekirdi.

Ve emin olun ABD bu notayı yiyip kıç üstü oturacaktı. Ama sevgili “reisimiz” ve kabinesi susmayı tercih etmiştir.

Ya hû “Reis” keşke Amerika’nın Ankara’daki elçisinin eline bir nota verseydiniz.

Notanın içeriğinin ne olduğu veya ne notası olduğu hiç önemli değildi.

Vallahi billahi ‘müzik notası’ bile verseydiniz elçinin eline ona bile razıydık.

  Bu yazı 616 defa okunmuştur.
  YORUMLAR YORUM YAP | 0 Yorum
  FACEBOOK YORUM
Yorum
  YAZARIN DİĞER YAZILARI
  • BUGÜN ÇOK OKUNANLAR
  • BU HAFTA ÇOK OKUNANLAR
  • BU AY ÇOK OKUNANLAR
YUKARI